21 Haziran 2020 Pazar

Yalan, doğru söyler...



19 yüzyıl efsanesine göre gerçek ve yalan bir gün buluşurlar.

Yalan, doğru söyler ve "bugün hava çok güzel" der.

Gerçek ona bakar ve gözlerini gökyüzüne kaldırır. Gün gerçekten çok güzeldir, doğru söylemesine şaşırmıştır. Bir kuyunun önüne gelene kadar birlikte zaman geçirirler. Yalan hep doğru söylemektedir.

Yalan: "Su çok güzel, birlikte banyo yapalım!" der.

Gerçek, bir kez daha şüpheci bir şekilde suya dokunur, su gerçekten çok güzeldir. Ona inanıp soyunur ve yüzmeye başlarlar.

Yalan bir anda sudan çıkar, gerçeğin kıyafetlerini giyerek kaçıp kayıplara karışır.

Kızgın Gerçek, kuyudan çıkar yalanı bulmak ve kıyafetlerini geri almak için her yere gider.

Dünyada çıplak Gerçeği görenler onu hor görmekte ve öfkeyle bakmaktadır. Zavallı Gerçek kuyuya geri döner ve sonsuza dek ortadan kaybolur.

O zamandan beri Yalan, dünyanın her yerinde gerçek gibi giyinmiş ve içimizde yaşamaktadır. Dünya ise hiçbir şekilde çıplak Gerçeği görmek istememektedir.

TABLO: JEAN LEON GEROME "Kuyudan Çıkan Gerçek" 1896

22 Eylül 2019 Pazar

Zuckerberg, Musk Gibi Girişimcilerin Kullandığı Öğrenme Tekniği: 20 Saat Kuralı



Günümüz dünyasında bilgiye ulaşmak oldukça kolay fakat bilgiyi tam anlamıyla öğrenip uzmanlık alanı haline getirmek hepimiz için zor bir süreç. Fakat başarıya ulaşmış insanlar, Zuckerberg ve Elon Musk gibi kişiler kendilerini genç yaşlarında nasıl bu kadar donanımlı hale getirebildiler? Cevabı olağan dışı bir zeka değil, ya da insanlık dışı bir çalışma süreci de… Aslında cevabı, herkesin hayatında uygulayabileceği kolay bir yöntemi disiplinli bir şekilde kendi yaşamlarına entegre etmelerinde saklı.



Bilim insanı ve yazar olan Josh Kauffman’a göre öğrenmek istediğiniz her neyse, - bu bir enstrüman çalmak, yeni bir dil ve ya bir konu hakkında uzmanlaşmak- tüm bunları 20 saatte tamamlayabileceğiniz.

Josh Kauffman, bu öğrenme sürecinin başarıyla gerçekleşmesi için ilk olarak disiplinli olarak uygulanması gerektiğini söylüyor. Bu öğrenme şekliyle uzmanlaşmak istediğiniz konuya günde ortalama 45 dakika çalışmanız yeterli.

Burada önemli olan çalışacağınız süreyi gerçekten odaklanarak ve sadece öğrenmek istediğiniz konuyla ilgili çalışmalar yaparak geçirmek. Kısacası var olan 20 saatinizi günlere bölerek en verimli şekilde değerlendirmeniz gerekiyor.

Yazar Kauffman, bu konuda Amerika Birleşik Devletleri kurucularından Benjamin Franklin’in öğrenme yöntemine de dikkat çekiyor. Şöyle ki, Benjamin Franklin “Planlı Öğrenme” adını verdiği bu yöntemle sadece 3 yıl alabildiği okul eğitiminin açığını fazlasıyla kapatmayı başarabilmiş bir isim.



Onun tekniği “5 Saat Kuralı” olarak da geçiyor. Bu teknik aslında hemen hemen 20 saat kuralı ile aynı. Çünkü, Benjamin Franklin, pazartesinden cumaya koyduğu hedefler doğrultusunda bir saatini öğrenmek istediği konuya ayırarak 1 ayın sonunda yeterli donanıma sahip olmayı başarıyordu.

20 Saat Kuralı’nın diğer tüm detayları ise Josh Kauffman’ın yaptığı TED konuşmasında:



Alıntıdır, https://ceotudent.com/zuckerberg-musk-gibi-girisimcilerin-kullandigi-ogrenme-teknigi-20-saat-kurali

16 Ekim 2017 Pazartesi

Elon Musk’tan Hızlı Öğrenme Taktikleri



Elon Musk'ın hayatına baktığımızda doğuştan gelen ve bir armağan olarak nitelendirilecek zekasının onun başarılarını açıkladığını görebiliyoruz. Bunun yanında bol bol okumasının en büyük sırrı olduğunu da söyleyebiliriz.

Roket Biliminde master düzeyine gelen hatta bu konuda bir kariyer yapan, ayrıca Paypal'ı ve sanayi için devrim yaratan elektrikle çalışan araba şirketi Tesla Motors'u kuran ve tüm bunlar olurken mümkün olan en kısa zamanda bir sürü bilgiyi beynine kaydetmenin bir yolunu da bulan Elon Musk kadar hızlı öğrenmek istiyorsanız buyurun Elon Musk'ın hızlı öğrenme taktiklerini birlikte okuyalım.

"Biliyorum ki bir sürü kitap okuyorsunuz ve bir sürü zeki insanı işe alıp, resmen onların bilgilerini de içinize çekiyorsunuz ve bu kadar bilgiyi kafanızın içinde tutabilmenin bir yolunu bulmuş gibi görünüyorsunuz, bu işte bu kadar iyi olmanızın sırrı nedir?"

"Bilgiyi anlamsal bir ağaç olarak görmek çok önemli, bir konu hakkında detayları öğrenmeye başlamadan öncelikle temel sayılan prensipleri öğrendiğinizden emin olun, çünkü eğer öğrenmezseniz detayları asacağınız bir yer olmaz."

Birçok hafıza uzmanının altına basa basa tekrarladığı bir şey var ki; o da hatırlamanın en iyi yolu yeni öğrendiğiniz bir şeyi zaten bildiğiniz bir şeyle ilişkilendirmek. Eğer yeni bilgilerin kendisine bağ kuracağı eskiden edindiğiniz bilgiler yoksa unutmanız kolaylaşacaktır.

Alıntıdır, https://www.bundlehaber.com/detay/77339af8-1bb6-458f-a1f2-0e2d3d353bbf

4 Ekim 2017 Çarşamba

Kıyamet Teorisi (Stephen Hawking)



Dünya çapında tanınan ünlü fizikçi, evrenbilimci Stephen Hawking'in kıyamete dair teorisi hala konuşulmaya devam ediyor. Doğanın kendi kendini yok edeceğini savunan bilim adamının 2000 yılında ortaya attığı teori, özellikle Mars'a gönderilen en zeki uzay robotu olan Curiosity ile tekrar gündeme geldi. Zaten NASA da Mars'ta Hawking'in teorisini güçlendirecek çalışmalara imza atıyor. 64 yaşındaki İngiliz fizikçi ve evrenbilimci Hawking ALS hastalığı nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum bir şekilde yaşıyor. Konuşamadığı, hareket edemediği için de düşüncelerini okuyan bir yazılım tarafından fikirlerini insanlarla paylaşabiliyor. Ancak bu engelleri onun dehasının önüne geçemiyor. Nitekim "Kıyamet Teorisi" ni ortaya attığı 2000 yılında televizyonda ilk defa bu teoriyi açıklarken ilginç de bir olay yaşandı. Küresel ısınmayı anlattığı sırada televizyon kanalının alt yazı haberlerinde Antarktika kıtasında, çok büyük bir buz kütlesinin koptuğu haberi geçti. Bu buz kütlesi 17 kilometrekarelik bir alana sahipti ve bir buz dağıydı. Bunun üzerine spiker Hawking'in söylediklerinin çok gerçekçi olduğunu ve uyarılarının ciddiye alınması gerektiğini vurguladı.

Hawking bu programda bilim insanlarının elini çabuk tutmaları gerektiğini, evrenin en fazla bin yıllık bir ömrünün kaldığını söyledi. Bu yüzden insanlar yeni yaşanabilir gezegenlere göç etmeliydi. Bu teoriye bu konuyla alakalı birçok bilim insanı destek verdi. Hawking bu teoriyi ortaya atarken de son 100 yıldaki doğa olaylarını çözümlediğini ve nereye varacağını az çok kestirdiğini söylüyor. Yani bu teoriye bu olayları baz alarak ulaştığını belirtiyor. Stephen Hawking'in Kıyamet Teorisi'ne dayanak oluşturan en önemli olayları şöyle sıralanıyor:

1.) Güney Amerika'da meydana gelen fırtınalar,
2.) Britanya'daki sel olayları,
3.) Kutuplarda kopmakta olan buz dağları,
4.) Asya'da çok şiddetli hissedilen kuraklık,
5.) Orta Amerika'daki fırtına ve kasırgalar,
6.) El Nino ismi verilen iklim değişikliği ( Amerika'daki sel felaketlerine sebep olan iklim değişikliği ),
7.) Afrika ve Asya’ da kuraklık nedeniyle meydana gelen ölümcül salgın hastalıklar.



Stephen Hawking'in yıllara göre tahminleri de şöyle:

2000-2400 yılları arasında gerçekleşmesini beklediği olaylar; Bu tahminlerinde merkeze El Nino iklim değişikliğini koyuyor. Bu iklim değişikliği sebebiyle birçok salgın hastalık gelişecek. Hortum ve kasırgalar artacak. Sera etkisi daha şiddetli bir hal alacak. Ani ısı değişimleri nedeniyle bitki örtülerinde değişimler meydana gelecek. Çığ felaketleri artacak. Buzullar eriyecek, seller artacak. Isınma seviyesi bu şekilde devam ederse en fazla 400 yılda Alp Dağları'nda kar kalmayacak.

2400-2500 yılları arasındaki tahminleri:

Bu yıllar arasında Güney Yarımküre felaketler yaşayacak. Okyanuslardaki sular yükselecek. Buna karşın Güney Avrupa'da kuraklıkla karşı karşıya kalacak. Kuzey Avrupa ise sellerle boğuşacak. Güney Yarımküre'den Kuzey Yarımküre'ye büyük göçler gerçekleşecek.

2500-2800 yılları arasındaki tahminleri:

Yaşanacak göçler nedeniyle büyük savaşlar çıkacak. 2 yarımküredeki buzullar da tamamen eriyecek ve karalar sular altında kalmaya başlayacak. Doğal kaynaklar kuruyacak.



2800 yılından sonraki tahminleri:

Dünya'nın atmosferi değişecek. Sülfürik asitler evreni kaplayacak. Tıpkı Mars gibi bir gezegene dönüşecek ve canlı kalmayacak.

Stephen Hawking, uzaya gidilmezse yaşamın uzun olmayacağını ve dahası Ay'a gidilirse insanoğlunun yaşamının uzun ömürlü olacağını vurgulamıştır. Böylesi bir iddia ortaya attıktan sonra sözlerine devam etmiş; "Ben uzaylılara inanıyorum. Uzayda araştırma yapılıyor, Ay'a ulaşılıyor ve yaşam bulunamıyor. Bunun tek sebebi uzaylılar! Uzayda yaşam olmamasının tek sebebi onlar çünkü onlar bunu istemiyorlar"

Alıntıdır.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Bükçe Dili (Kadın Dili)



Bükçe Dili

Oğlum bir hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak, ona öğüt vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İş yerimden oğluma telefon açtım, akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim, dedim. Deniz kenarında ki bu şirin lokantada simdi onu bekliyorum. Geliyor aslan parçası, yakışıklılığı da aynı ben. Hoş beşten sonra konuya giriyorum.

-Oğlum haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol yordam göstermem gerekiyor. Kaç dil biliyorsun oğlum sen?

-İngilizce, Fransızca bir de kendi dilimi de sayarsak Türkçe'yle üç dil oluyor.

-Bugün ben sana dördüncü dili öğreteceğim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından kullanılır. Sen buna "kadın dili" de diyebilirsin.

-Kadınların ayrı bir dili mi var?

-Tabi ki. Eğer kadın dilini bilirsen bir kadınla yaşamak dünyanın en büyük zevkidir ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek Bükçe'yi öğrenmeli..

-İyi de niye Bükçe?

-Çünkü kadınlar konuşurken genellikle, söyleyecekleri sözü, net söylemezler. Eğip bükerler onun için dilin adını "Bükçe" koydum.

-Bükçe zor bir dil mi baba? diye sordu gülerek.

-Bana bak, çok önemli bir konu, eğleniyor gibisin biraz ciddiye al. Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan bu dili bilmen çok önemli. Çünkü kadınlar sözü bükerek Bükçe konuşurlar sonrada senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor.

-Tamam baba, haklısın ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı dili konuşmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar.

-Bence bir kaç sebebi var. Birincisi, duygusal oldukları için, hayır, cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından dolayı, sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletişim yetenekleri çok güçlü.

-Bu konuda biz erkeklerden bir sıfır öndeler yani.

-Ne bir sıfırı oğlum, en az on sıfır öndeler. Düşünsene, henüz konuşmayan, küçük bir çocuğun bile yüz ifadesinden ne demek istediğini hemen anlıyorlar. İşin kötüsü kendiler leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi zannediyorlar. Onun için, leb, deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb demek zorunda kaldıkları için bile kızarlar. Niye leb demek zorunda kalıyorum da o düşünmüyor, diye canları sıkılır.

-Biz de bazen Canan'la böyle sorunlar yasıyoruz. Niye düşünmedin, diye kızıyor bana.

-Kızarlar oğlum kızarlar. Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycı dırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.

-Ne olacak baba o zaman, yok mu bu işin çaresi?

-Var dedik ya oğlum, Bükçe'yi öğreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?

-Hazırım baba.

-Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir. Biz erkeklerin on kelime ile anlattığı bir konu, Bükçe'de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Mesela karın o gün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana "bu gün bir elbise aldım." diye söylemez. Elbise almak için dışarı çıktığı andan başlar, kaç mağazaya gittiğinden, almak için kaç elbise denediğinden, indirimlerden, yolda gördüğü tanıdıklarından alırken yaptığı pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikaye anlatır.

-Hikaye dili yani.

-Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, "Hikaye anlatma, ana fikre gel, kısa kes." demeyeceksin. Böyle bir şey dediğinde, bittin demektir. İster öyle de, istersen "seni sevmiyorum." de. İki durumda da "seni sevmiyorum" demiş olacaksın.

-Ne alakası var, baba. Seni sevmiyorum demekle, kısa anlat demenin.

-Çok alakası var. Kadınlar dinlenmedikleri zaman sevilmediklerini düşünürler.

-Bu önemli, Bükçe'de dinlemek sevmektir, diyorsun.

-Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konuşurken, bir şeyler ima etmeyi severler. Biz erkeklerde imalı konuşuyoruz diye düşünürler ve sözlerimizle onlara ne demek istediğimizi çözmeye çalışırlar. Oysa erkeklerin ima yeteneği pek gelişmemistir. Bizim kastımız söylediğimiz şeydir.

-Geçen hafta Canan bana "Bir kaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım." dedi. Ben de "Böyle de iyisin." dedim. Canı sıkıldı bir kaç saat surat astı. "Neyin var." diye sordum. "Hiçbir şeyim yok." dedi. Sence nerede hata yaptım?

-Böyle de iyisin, derken o "de" ekini orda kullanmamalıydın. Canan bunu şöyle anlamıştır. Böyle de fena sayılmazsın, eh iste, idare edersin ama tabi daha da iyi, daha da güzel olabilirsin."

-Peki ne demem gerekiyordu?

-Şunu hiç unutma. Kadınlar kendileri ile ilgili, giysileri ile ilgili ya da aileleri ile ilgili bir soru soruyorlarsa, kesinlikle iltifat bekliyorlardır. Es kaza eleştirmeye kalkarsan yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün "Hayatım sen zaten çok güzelsin, kilo vermeye falan bence ihtiyacın yok." deseydin, o günün zehir olmazdı. Mesela bir gün kucağına oturup, ağır mıyım, derse sakın "evet, biraz" falan deme "hayır" de. Yoksa bir daha kucağına oturmaz.

-Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydiği yakışır ve her kadının annesi bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar.

-Aferin oğlum, çok hızlı anlıyorsun bana çekmişsin. Kadının, kendi anne babasıyla sorunu olsa, kendi eleştirir ama asla senin eleştirmeni kabul etmez. Bunu kendine hakaret olarak alır.

-Ve asla unutmazlar, değil mi?

-Aynen öyle. Yıllar önce annene, annesi için "biraz cimri" demiştim. Hala "Sen benim annemi sevmezsin." der ve annesi bize bir şey aldığında gözüme sokar, en çok göreceğim yere koyar.

-Hadi o konularda dilimi tutarım da, şu ima işini çözmek zor geldi.

-Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi imaları anlayacaksın ama "sen şunu mu demek istiyorsun." diye asla yüzüne vurmayacaksın. İlla Bükçe anlatacak, asık bir yüzle karşılaşmamak için senin de anlaman gerekiyor. "Hayır, evde yiyeceğim ama istersen hazır bir şeyler alıp geleyim, ne dersin."dedim. "Tamam" dedi. Döneri sever biliyorsun, dün eve giderken, ekmek arası döner yaptırdım. Onun dönerini de kepekli ekmek arasına yaptırdım. Bunu düşündüğüm için ayrıca sevindi. O da diyette, düğünde daha zayıf görünme derdinde, bu sıralar.

-Bu Bükçe'de kısa konuşma yok mu baba?

-Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa kesin ciddi bir sorun var demektir. Mesela baktın canı sıkkın, soruyorsun, "Neyin var" diye. "Hiçbir şeyim yok." diyorsa, aman bir şeyi yokmuş, diye bırakma. Yoksa az sonra, çok ilgisiz olduğundan yakınarak, ağlamaya başlar.

-Bükçe'de "Hiçbir şey yok" demek "Çok şey var, benimle ilgilen" demek oluyor, o zaman.

-Evet. Biz erkekler "Bir şey yok." diyorsak ya gerçekten bir şey yoktur, sadece başımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir şey vardır ama; şu anda konuşacak bir şey yok." diyoruz dur. Her ikisinde de konuşmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi olarak gördükleri için "Bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım." demek istiyordur. Çok nadirdir, gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp bunaltmayacaksın tabi.

-Bir arkadaşım da kadınların "peki" demesi tehlikelidir, demişti.

-Doğru. Bir kadının ağzından çıkan "kuru bir peki, olur, tamam" her zaman tehlikelidir. Bu Bükçe de "Şimdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracağım." demektir. Sana en kısa zamanda kesin bir ceza keser. Fakat pekinin yanında "peki canım, olur hayatım" gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.

-Zor bir dil baba.

-Yok yok gözün korkmasın. Bükçe, konuşman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.

-Anlamak da pek kolay değil ama.

-Korkma o kadar zor değil. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda kalınca, düşünemediğimiz için biz erkeklere kızarlar, ve konuşurken suçlayarak konuşurlar fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.

-Nasıl yani?

-Mesela, karın sana "ne zamandır dışarı çıkmadık." derse bunu suçlama olarak üstüne alma, seninle gezmek canı istiyordur, bunu sen düşünüp teklif etmediğin için kalbi kırılmıştır. Maksadı seni suçlamak değildir. "Daha geçenlerde gezmeye gittik." gibi bir savunmaya girme. "Tamam canım haklısın, ben de istiyorum, en kısa zamanda gideriz." de, konu kapanır. Tabi ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi olur.

-Küçük ama önemli detaylar.

-Aynen öyle. Mesela karın "üşüdüm" diyorsa, üstünü kalın giy demeni ya da kombiyi açmanı değil, ona sarılmanı istiyordur.

-Keşke okullarda öğretselerdi biz erkeklere Bükçe'yi. Ne kadar erken başlasak o kadar çabuk kavrayabilirdik, belki.

-Haklısın aslında ben de sana öğretmek için geç kaldım. Neyse zararın neresinden dönülse kardır.

-Not mu alsaydım, epeyce detayı varmış dilin.

-Sen bilirsin oğlum, unutacaksan al. Keşke ben de not alıp gelseydim. Umarım sana eksik öğretmem. Şimdi aklıma geldi. Kadınların en nefret ettiği sözcük "Fark etmez" dir. Fark etmezi kadınlar "Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap " diye anlarlar.

-En değerli sözcük nedir?

-Sen bil, bakalım.

-Seni seviyorum, demek herhalde.

-Evet, kadınlar "seni seviyorum" sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler söylemiştim, zaten biliyor diye bu konuda gaflete düşmemeliyiz.

-Bükçe sadece konuşma dili midir baba? Bunun bir de davranış dili var gibi geliyor bana.

-Ben de tam ona geliyordum. Kadınlar küçük şeylere önem verirler. Aksam ona sarıl, televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düşündüğünü ifade etmek için kısacık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım et, salata yap, çay demle.

-Aksam gelip sırt üstü yatmak yok yani.

-Gözünde büyütme. Sayınca çok şey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman alacak, zor ve masraflı şeyler, değil. Sen bu küçük şeylere dikkat et, zaten karın sana paşa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük şeylere dikkat etmezse zamanını karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama eğer sen hep alıp vermezsen, bir gün birden patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.

-Tamam baba bunlara dikkat edeceğim.

Garson yemek tabaklarını kaldırırken oğlumun telefonu çalmaya başladı. Belli ki nişanlısı arıyor, konuşmak için deniz kenarına doğru adımlamaya başladı. Az sonra geldi.

-Baba çok teşekkür ederim. Bükçe'yi anlamaya başladım. Canan aradı. "Salonun perdelerini ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte mi baksak." dedi. Tam "Fark etmez, sen seç" diyecektim ki bunu senin söylediğin gibi "Ev de perde de umurumda değil" gibi anlayacağı aklıma geldi. "Tabi canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen," dedim çok mutlu oldu. Kendi seçecek.

-O zaten perdeyi çoktan seçmiştir de kadınlar illa yaptıklarını onaylatmak isterler. Birlikte de gitsen o seçtiği perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek istediklerini anlarsak, işlerden kolay sıyırırız.

-Baba tekrar teşekkür ederim. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Bana Bükçe'yi öğretmeseydin halimi düşünmek bile istemiyorum.

-Şanslısın oğlum. Benim seninki gibi bir babam yoktu. Bunları deneye yanıla öğrenmem yıllarımı aldı. Sen yine iyisin, hazıra kondun. Güle güle kullan, isteyene de öğret, herkes de güle güle kullansın. Kullansınlar ki yüzleri gülsün.

Alıntıdır.

26 Eylül 2017 Salı

Bilmeniz Gereken Faydalı 10 CMD Komutu



IPCONFIG

Windows'un Komut İstemi, çoğu zaman işlemlerimizi daha kolay ve hızlı gerçekleştirmemizi sağlıyor. Sorun tanılama, uygulama erişimleri ve çeşitli ayarları sadece komut yardımıyla çözebilmek gerçekten büyük avantaj sağlıyor.

Örneğin; IP adresimizi öğrenmek istiyorsak, komut satırına "ipconfig" yazmak yeterli oluyor. Biz de her bilgisayar kullanıcısının bilmesi gereken CMD komutlarını sizler için bir araya getirdik.

Komut İstemi'ne ulaşmak için, Çalıştır'a "cmd" yazıp, enter tuşuna basmanız yeterli.

ASSOC

Windows'taki dosyaların büyük bir kısmı, belirli bir programla açılacak şekilde ayarlanmıştır. Bazen hangi dosya türünü, hangi programın açtığını hatırlamayabilirsiniz. CMD'ye yazacağınız "assoc" komutuyla, tüm dosya uzantılarını ve bu dosyaların hangi programla açıldığını görebilirsiniz.

Eğer bir dosya türünü çalıştıran varsayılan programı değiştirmek isterseniz, örneğin "assoc.doc=" komutunda .doc dosyalarını, eşittir işaretinin karşısına yazacağınız programla açılacak şekilde ayarlayabilirsiniz.

CIPHER

Sabit diskteki dosyaları silmek, aslında onları gerçekten silmiyor. Bir dosyayı sildiğinizde, Windows bunları "erişilemez" olarak işaretliyor ve kapladıkları alanları boş olarak gösteriyor. Yani bu yüzden tamamen sildiğinizi düşündüğünüz dosyalar, geri getirilebiliyorlar.

Cipher komutu da bu durum için kullanılıyor. Komut, seçtiğiniz bölümdeki boş alana rastgele veriler yazıp siliyor ve daha önceden sildiğiniz dosyaların geri getirilme imkanı kalmıyor. Mesela C sürücüsünde bu komutu kullanmak isterseniz "cipher/w:c" yazarak bu sürücüdeki boş alanı tamamen temizleyebilirsiniz. Bu komut, mevcut verilerinize herhangi bir zarar vermiyor.

DRIVERQUERY

Yanlış ayarlanmış ya da eksik sürücüler, sisteminizde çeşitli sorunlara sebep olabiliyor. "driverquery" komutu da sisteminizde yüklü olan sürücüleri istediğiniz zaman görebilmenizi sağlıyor. Komutu "driverquery –v" ile kullandığınızda da, sürücünün yüklü olduğu klasör dahil olmak üzere daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

IP RELEASE/RENEW

Bu komut, bilgisayarınızın o anda kullanmakta olduğu IP adresini göstermektedir. Bu komutu daha kullanışlı hale getirmek de mümkün. Örneğin, bilgisayarınız IP alamıyorsa "ipconfig/release" ve "ipconfig/renew" komutlarıyla yeni bir IP adresi edinebilirsiniz

"ipconfig/flushdns" komutuyla da DNS adresinizi yenileyebilirsiniz. Ağ ile ilgili sorunlar yaşadığınızda bu komutlar hayat kurtarıcı olabilir.

PING

Bu komutu "ping" yazdıktan sonra, bir IP adresi veya internet sitesi adresi yazarak kullanabilirsiniz. Bu şekilde, belirtilen adresi bir seri test paketi gönderiliyor. Bu paketler hedefe ulaşıp geri dönüyorsa, hedefin bilgisayarınızla iletişim kurduğunu anlayabilirsiniz. Eğer başarısız olursa, hedef cihaz ve bilgisayarınız arasında iletişim sağlanamıyor demektir.

NETSTAT

Bilgisayarınıza bağlı olan cihazların bağlantı sorunlarını çözmek ya da kötü amaçlı bağlantıları kontrol etmenize yarayan bu komuttan faydalanabilirsiniz. "netstat –an" yazarak, açık portların ve ilgili IP adreslerinin listesini görebilirsiniz.

PATHPING

Bu komutu, ping'in daha gelişmiş hali olarak düşünebilirsiniz. Hedef ile aranızda birden çok router olduğu zaman pathping'i kullanabilirsiniz.

POWERCFG

Powercfg, sisteminizin ne kadar enerji harcadığını yönetmek ve gözlemlemek için kullanabileceğiniz bir komut. "powercfg/hibernate on" ve "powercfg/hibernate off" komutları ile askıya alma ayarlarını yönetebilir, "powercfg/a" komutu ile sisteminizdeki enerji tasarrufu durumlarını görebilirsiniz.

TRACERT

Pathping komutuyla benzer işlev gören bir komuttur. "tracert" yazıp ardından IP adresi yazarak, aradaki ilişkiyi görebiliyorsunuz. Bilgisayarınız ve hedef arasındaki her adım hakkında bilgi alabileceksiniz.

SHUTDOWN

Bilgisayarın kapatma tuşu varken, bu komutu kullanmaya ne gerek var diye düşünebilirsiniz. Ancak "shutdown/r/o" komutuyla, bilgisayarınızı yeniden başladıktan sonra, Gelişmiş Başlangıç Ayarları menüsü açılacak şekilde ayarlayabilirsiniz. Bu menüden, Güvenli mod ve Windows Kurtarma işlevlerine kolayca erişebilirsiniz.

Alıntıdır, CrowLeq

17 Eylül 2017 Pazar

Face ID fırsata dönüştü: iPhone X için yüz maskesi satılıyor!



Apple'ın geçtiğimiz günlerde tanttığı iPhone X'in öne çıkan en önemli özelliklerinden biri Face ID teknolojisi oldu. Şirketin sunduğu bu yüz tanıma sisteminin şu an piyasada kullanılanara kıyasla daha ileri seviyede olduğu belirtiliyor. Ancak iPhone X henüz piyasaya sürülmediği için insanların aklında Face ID hakkında bazı soru işaretleri var. Bunlar ancak telefon tüketicilere sunulduğu zaman cevap bulabilecek.

Merak edilen konulardan biri de uyuduğunuz sırada birisinin yüzünüzü tarayarak telefonun kilidini açıp açamayacağı. Bunu fırsata çeviren bazı satıcılar iPhone X sahiplerini uyurken kimlik hırsızlığına karşı koruyacak yüz maskeleri satmaya başladılar. Aslına bakılırsa hırsızlığa karşı güvenlik için satılan bu maskelerin, soğuk havalarda giyilmek için üretilmiş normal yüz maskelerinden hiçbir farkı yok.



Face ID sadece cihaza doğrudan baktığınızda açılıyor

Apple'ın da vurguladığı gibi Face ID sadece kullanıcı doğrudan cihaza baktığında açılıyor. Yani gözleriniz açık şekilde uyumadığınız sürece akıllı telefondaki yüz tanıma sisteminin cihaz yüzünüze tutularak aldatılması mümkün değil. Face ID oldukça heyecan verici gibi görünse de bu teknoloji hakkında ciddi endişeler var. iPhone X'teki yeni biyometrik kimlik doğrulama sisteminin ne derece güvenilir olduğunu ancak cihaz Kasım ayında piyasaya çıktığında göreceğiz.

Alıntıdır, https://www.donanimhaber.com/Face-iD-firsata-donustu-iPhone-X-icin-yuz-maskesi-satiliyor-93757

16 Eylül 2017 Cumartesi

Her Gün Gördüğümüz Bu 7 Sembol Nereden Geliyor?

Her gün binlerce işaret ve sembolle karşılaşıyoruz. Doğru kelimeleri bulamadığımızda, hislerimizi en güçlü şekilde ifade etmek için bunlardan bazılarını kullanıyoruz. Peki bu sembollerin kökenini ya da onları doğru kullanıp kullanmadığınızı hiç merak ettiniz mi?

En bilinen sembollerden bazılarını, ne anlama geldiklerini ve kökenlerini, sizler için derledik.

1. Ampersand ("&")



Ampersand sembolü (&), İngilizce "ve" sözcüğüne eşit Latince "et" sözcüğünün birleşimini temsil eder. Bu tür bir bağ ilk olarak Cicero'nun kişisel sekreteri Tiro tarafından Antik Roma'da icat edilmiştir. Yazmayı hızlandırmak için Tiro, "Tironian Notları" olarak bilinen bir kısaltma sistemi icat etti. Yüzyıllar sonra, ampersand Avrupa ve Amerika'da fazlasıyla popüler oldu. Asıl sözcük "ampersand", alfabeyi "A" dan "Z" ye öğrencilere okuduktan sonra tekrarlamalarını söyleyen öğretmenlerin "And per se" telaffuzundan gelir. Zamanla, "E" ve "T" harfleri bugün kullandığımız sembolle birleşti.

2. Kalp Sembolü



"Aşk, kalpte bulunur" şeklindeki yaygın inanca rağmen, gerçek insan kalbinin şeklinin bu sembolik temsil ile pek az benzer olduğu bilinir. Bununla birlikte, sembolün kökeni ile ilgili birçok teori vardır.

Kuğular bir gölün ortasında birbirlerine yaklaştıklarında şekilleri kalp sembolüne benzeyen bir şekle dönüşür. Dünyanın birçok kültüründe bu, kuğuların hayat boyunca bir arada oldukları gerçeğinden dolayı sevgi, sadakat ve özveriyi temsil eder.

Başka bir hipotez kalp sembolünün dişil formunu temsil ettiğini söylüyor. Bu teorinin savunucuları, sembolün pelvis şeklini tasvir ettiğini iddia ediyor. Eski Yunanlıların, kadın anatomisinin bu bölümüne özel bir önem verdikleri ve hatta Tanrıça Afrodit'e ait çok özel bir tapınak inşa edildiği biliniyor. Benzersizdi, çünkü insanların kalçalara taptığı tek tapınaktı. Evet, doğru okudunuz!

Bu sembolün bir sarmaşık yaprağı şeklini temsil ettiğini gösteren bir teori de vardır. Yunanlılar genellikle vazo çizimlerinde sarmaşık yapraklarıyla, şarap üretim meraklısı olan Dionysos'u canlandırdılar.

3. Bluetooth Sembolü



Milattan sonra 10. yüzyılda, Danimarkalı kabileleri tek bir krallık haline getirmek için, Kral Harald Blåtand'a ithafen ünlü bir figür bulundu. Harald, yaban mersini sevgisinden dolayı sıklıkla "Bluetooth" olarak adlandırıldı ve dişlerinden en az birinde daima mavimsi renkler vardı.

Bluetooth teknolojisi, birden fazla aygıtı tek bir ağa birleştirmek için tasarlanmıştır. Bu teknolojiyi temsil eden sembol, iki İskandinav rünlerinin birleşimidir: "H" Latin benzeri "Hagall" (veya Hagalaz") ve "B" Latin harfine eşit bir rün olan "Bjarkan", Harald Blåtand'ın isminin baş harflerinden oluşur. Bu arada, birinci nesil Bluetooth cihazı mavi renkte ve -evet, tahmin ettiniz- bir dişi andırıyordu.

4. Tıp Sembolü



Tıp simgesinin (kanatlı ve iki yılanlı bir personel) başlarda yanlışlıkla kabul edildiğini birçok kişi bilmez. Efsaneye göre, Yunan tanrısı Hermes (Roma panteonunda, Mercury) sihirli bir personele, yani modern tıbbi sembollere benzeyen Caduceus’a sahipti. Caduceus, herhangi bir anlaşmazlığı durdurma ve düşmanları uzlaştırma yetkisine sahipti; ancak tıbba ilgisi yoktu. Gerçek şu ki, yüz yıldan fazla bir süre önce, ABD askeri doktorları Caduceus’u Asclepius Çubuğu ile karıştırıyordu (benzer görünüyordu ama kanatları yoktu ve sadece bir yılan vardı). Asclepius, Eski Yunan’ın iyileşme ve tıbbın tanrısı olduğundan, hata oldukça anlaşılabilirdir. Daha sonra simge kök salmış ve şimdilerde tıbbi gizliliği temsil etmek için kullanılmaktadır.

5. Açma Kapama Sembolü



"Güç" (veya "açık") sembolü pratik olarak herhangi bir cihazda bulunabilir, ancak anlamını çoğumuz bilmiyoruz. 1940'lı yılların başlarında mühendisler, belirli anahtarları temsil etmek için ikili bir sistem kullandılar; burada 1'in anlamı açık, 0'ın anlamı kapalıydı. İzleyen yıllarda, bir daire (sıfır) ve dikey çizgi (bir) içeren bir işaret haline dönüşmüştür.

6. Barış Sembolü



1958'de barış sembolü (Pasifik olarak da bilinir) nükleer silahların kullanılmasına karşı protesto sırasında ortaya çıktı. Sembol, "Nükleer Silahsızlanma" yı temsil eden "N" ve "D" harfleri için semafor sinyallerinin bir birleşimidir. Semafor alfabesinde, "N" harfi ters bayrakları "V" şeklinde tutarak iletilmesini, "D" harfi ise bir bayrak direkt olarak sivrileştirilirken diğerinin düz bir şekilde aşağı doğru sivrilmesini gösterir. Bu iki işaret formunun üst üste bindirilmesi ise barış simgesinin şeklini oluşturur.

7. "Tamam" Sembolü



Çoğu kişi bu el hareketini "Tamam" ya da "Tamam" kelimelerinin karşılığı olarak yorumluyor. Fakat her yerde olumlu bir şey olarak algılanmıyor. Örneğin Fransa'da bu işaret, yapılan kişinin sıfır olduğunu gösterir (hiçlik). Bu işaretin nereden gelebileceğine ilişkin birkaç teori vardır:

"Tamam" işaretinin "Eski Kinderhook, NY" un kısaltılmasına yani 8. ABD Başkanı Martin Van Buren'in doğum yerinin görsel bir tamamlayıcısı olarak ortaya çıktığı düşünülüyor. Seçim kampanyası sırasında Van Buren, memleketinin adının ilk harfleri gibi bir takma ad kullandı. Kampanyasının sloganı "Eski Kinderhook O.K." idi ve posterler "Tamam" hareketini gösteren bir kişiyi canlandırdı.

Benzer bir diğer hipotezde 7. ABD Başkanı Andrew Jackson, kararları kesinleştiğinde bu ifadeyi kullanırdı. Sık sık "All correct" yazısını Alman tarzında yazdı: "Oll korrect" veya kısaca "OK" kısaltması.

Başka bir teori ise, "Tamam" hareketinin tek başına bir mudradan başka bir şey olmadığını söylüyor -Budizm ve Hinduizm’de yapılan ayin hareketi. Bu işaret öğrenmeyi sembolize ediyor ve birçok Budist, Buda'yı bu hareketi yapıyor olarak tasvir ediyor.

Alıntıdır, https://brightside.me/wonder-curiosities/7-well-known-symbols-whose-meaning-we-knew-nothing-about-295010/

14 Eylül 2017 Perşembe

Facebook Videoları Mobil Kotadan Yemeyecek!



Facebook, kullanıcıların video izlemek için mobil veri kotasından harcamasına gerek olmayan yeni bir özellik üzerinde çalışıyor. 'Anında Video' (Instant Videos) adı verilen yeni özellik ile telefon Wi-Fi ağına bağlıyken indirilip kaydedilen videolar daha sonra internet kullanmadan izlenebilecek.

Mashable'a konu ile ilgili açıklama yapan bir Facebook sözcüsü "Küçük bir grup Android kullanıcısıyla bu özelliği test ettiğimizi doğrulayabiliriz. Şimdilik ekleyecek başka bir yorumumuz yok" şeklinde konuştu.

Yayıncılar için de ideal

Anında Video özelliğinin yayıncılar için de cazip olduğunu söylemek mümkün. Kullanıcılar videoları izlemek için beklemek zorunda kalmadan daha iyi bir video deneyimi yaşayabilecek. Benzer bir özellik olarak 'Anında Haberler' de ( Instant Articles ) yayıncılar arasında oldukça popüler. Bu özellikte de haberler direkt olarak Facebook'a yükleniyor. Böylece kullanıcılar başka sitelere gitmeden içeriği görüntüleyebiliyor.

Normal kullanıcılar için de mobil veri kotasından harcamadan video izlemek çok daha rahat olacak. The Next Web'den Matt Navarra, yeni özelliği ilk fark edenlerden birisiydi. Aşağıdaki ekran görüntüsünde görüldüğü gibi, Anında Videoların köşesinde küçük bir şimşek işareti bulunuyor.



Facebook video içerik planlarını hayata geçiriyor

Bu özellik Facebook'un büyük video planlarının bir parçası. Şirket kendi platformuna özel hazırlanacak orijinal içeriklere bir milyar Dolar bütçe ayırdığını açıklamıştı . Böylece Facebook, video içerik alanında Amazon, Netflix, Google ve Apple gibi şirketlere rakip oldu. Facebook ayrıca videolara özel olarak 'Watch' (izle) adını verdiği bir sekmeyi de kullanıma sundu.

Anında Video özelliği sadece mobil veri harcamak istemeyen kullanıcılar için değil aynı zamanda mobil internet hızı çok düşük olan, gelişmekte olan ülkelerdeki kullanıcılar için de ideal bir özellik olabilir.

Alıntıdır, https://www.bundlehaber.com/Detay/b7eede72-c621-4029-9637-37bb515c188e

13 Eylül 2017 Çarşamba

iPhone 8 ve 8 Plus tanıtıldı!



Apple; merakla beklenen iPhone 8 ve 8 Plus'ı tanıttı. iPhone 8 ile birlikte "S" serisi de ömrünü tamamlamış oldu. iPhone 7'ye benzerliğiyle öne çıkan iPhone 8 ve 8 Plus'ın özelliklerini sizler için sıraladık.

Tasarım



iPhone 8'in tasarımsal olarak iPhone 7'ye oldukça benzediğini söyleyebiliriz. iPhone 7'de kullanılan 7000 serisi alüminyum kasa burada da bizleri karşılıyor. Apple'ın iPhone 7 serisinde başlatmış olduğu suya ve toza karşı dirençlilik özelliği geliştirilerek devam ediyor. Telefonun ön kısmına baktığımız zaman iPhone 7 serisinden bir farkı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak arka tarafa geçtiğimiz zaman fark anlaşılıyor. Apple; iPhone 5 serisinden beri kullandığı alüminyum kasadan vazgeçmiş. Apple, bugüne kadarki en sağlam cama yer verildiğini söyledi. Telefonun yanlarına baktığımız zaman ise 7000 serisi alüminyum kullanılmaya devam ediliyor. ses açma kısma, ekran kilitleme tuşunda ve şarj slotunda bir değişiklik olmadığını görüyoruz.

Apple, uzun zamandır iPhone'larda hızlı şarj desteğine yer vermediği için eleştiriliyordu. Görünen o ki Apple eleştirileri dinlemiş ve iPhone 8 serisinde hızlı şarj desteğine yer vermiş. Apple iPhone 7 serisinde radikal bir karar alarak 3.5 mm kulaklık girişini kaldırmıştı. iPhone 8'de de kulaklık girişine yer verilmiyor. Anlaşılan o ki Apple; artık iPhone'larda kulaklık girişine yer vermeyecek.

Ekran



Apple; üç nesildir sürdürdüğü 4.7 inç büyüklüğünde ve 750 x 1334 piksel çözünürlüklü ekran iPhone 8 için, 5.5 inç büyüklüğündeki ve 1920 x 1080 çözünürlüğündeki ekranı iPhone 8 Plus için kullanıyor. Her iki modelde de IPS LCD tabanlı basınca duyarlı 3D Touch teknolojili ekran kullanılıyor.

Donanım



iPhone 8 serisinde Apple'ın kendi üretimi olan A11 Bionic yonga setine yer veriliyor. 6 çekirdekli olan bu işlemci A10 Fusion'dan yüzde 70 daha performanslı. Sistem belleği kısmına baktığımız zaman ise Apple iPhone 8'de tercihini 2 GB RAM'dan kullanmış ancak iPhone 8 Plus'ta ise 3 GB RAM'e yer veriliyor. Aradaki RAM farkı; iPhone 8 Plus'ın çift kameraya sahip olmasından kaynaklanıyor. iPhone 8'deki çift kameranın stabil çalışması için 3 GB sistem belleğine ihtiyaç duyulmuş. Zira aynı durum geçen sene tanıtılan iPhone 7 serisi içinde geçerliydi.

Apple ilk defa bir iPhone'da kablosuz şarj desteğine yer verdi. iPhone 8 ve 8 Plus kablosuz şarj desteğiyle geliyor. Apple iPhone 7 serisi ile birlikte stereo kalitesinde ses deneyimi sunmaya başlamıştı. Apple; iPhone 8 serisinde de stereo hoparlöre yer vermeyi ihmal etmiyor. Yeni hoparlörle iPhone 7'den yüzde 25 daha fazla ses yüksekliği sunuyor.

iPhone 8 ve 8 Plus; 64 GB ve 256 GB versiyonlar şeklinde karşımıza çıkıyor.

Kamera



iPhone 8'de ƒ/1.8 diyafram açıklığına sahip 12 MP'lik OIS destekli kameraya yer veriliyor. Bir önceki nesilden fiziksel bir farkı olmayan kamera, yazılımsal iyileştirmelerle daha iyi sonuçlar vaat ediyor.

Ailenin ağabeyi iPhone 8 Plus'ta ise ƒ/1.8 diyafram açıklığına sahip 12 MP'lik OIS destekli ana kameraya ve ƒ/2.8 diyafram açıklığında 12MP'lik telefoto ikinci kameraya yer veriliyor. Apple, yine yazılımsal iyileştirmeler yaparak kameranın daha yetenekli bir hale gelmesini sağlamış. Kamera arayüzüne eklenen Portrait Lighting özelliği ile farklı ışık efektlerini simüle ederek neredeyse DSLR seviyesinde derinlik efekti uygulanabiliyor. Kontür ışıklandırma, doğal aydınlatma, stüdyo ışıklandırması, sahne aydınlatması ve mono sahne aydınlatması seçenekleri arasından seçim yaparak da porte modunun derinliğini arttırabilmek mümkün olacak.

Her iki modelde de Dört LED’li True Tone Flash teknolojisine yer veriliyor. Bununla birlikte karanlıkta çekilen fotoğrafların daha aydınlık olması sağlanıyor. Her iki modelinde FaceTime HD kamerası, ƒ/2.2 diyafram açıklığında 7 MP çözünürlüğünde Retina Flash teknolojili kameraya sahip. Daha önceki modellerde olduğu gibi 4K video çekim yeteneğine sahip olan iPhone 8 ve İphone 8 Plus, 1080p çözünürlükte 60 ve 120 fps, 720p çözünürlükte ise 240 fps ağır çekimler yapabilmenizi sağlıyor. Her iki modele de eklenen yeni renk filtreleriyle, profesyonel resimler çekmek daha kolay hale geliyor. Son yıllarda popüler hale gelen arttırılmış gerçeklik (AR) ise ilk kez iPhone 8 serisiyle birlikte desteklenmeye başladı.

Touch ID

Apple, iPhone 8 serisinde Touch ID'ye yer vermeyi ihmal etmiyor. iPhone 7 serisinde değişen ana ekran düğmesi, iPhone 8 serisinde de yerini koruyor. Touch ID'nin ana ekran düğmesinde yer aldığını hatırlatalım.

Çıkış Tarihi Ve Fiyatı

Yeni iOS 11 ile piyasaya sürülecek olan iPhone 8 serisi 15 Eylül'de ön siparişe açılacak. Kullanıcılar 22 Eylül'den itibaren iPhone 8 serisini satın alabilecekler. iPhone 8'in giriş fiyatı 699 Dolar olarak, iPhone 8 Plus'ın giriş fiyatı ise 799 Dolar olarak açıklandı.

Alıntıdır, https://www.donanimhaber.com/iPhone-8-ve-8-Plus-tanitildi-93682

10 Eylül 2017 Pazar

Su Kıtlığı Çektiğimizde Vücudumuzda Yaşanan Değişimler



En önemli hayat kaynağımız suyu az içtiğimizde vücudumuzda ciddi değişimler gerçekleşiyor.

- Vücut su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa, yüksek tansiyon hastalığına yakalanırız.

- Vücut su kıtlığı çektiğinde omurlardaki suyu kullanırsa, bel ve boyun fıtığı hastalığına yakalanırız.

- Vücut su kıtlığı çektiğinde kemiklerdeki suyu kullanırsa, gut - atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.

- Vücut su kıtlığı çektiğinde akciğerdeki suyu kullanırsa, astım hastalığına yakalanırız.

- Vücut su kıtlığı çektiğinde pankreastaki suyu kullanırsa, şeker hastalığına yakalanırız.

- Vücut su kıtlığı çektiğinde midedeki suyu kullanırsa, ülser hastalığına yakalanırız.

- Vağırsaklarda su eksilirse, kabızlık meydana gelir ve kolon kanseri olma tehlikesi yaşarız.

- Hücrenin su eksikliği çok artarsa, beynimiz hücreye oksijen göndermeyi keser. Oksijen kesilmesi sonucunda da hücre kanserleşme sürecine girer.

Hasta olmamak için vücudumuzu susuz bırakmamalıyız. Hasta değil susuzsunuz...

9 Eylül 2017 Cumartesi

İnsana Hayattaki Çoğu Şeyden Daha Gerekli Olan Hissiyat; "Özsaygı"



Özsaygı, kabaca kişinin kendi özüne ve kişiliğine beslediği saygı olarak nitelendirilebilir. Bu tanımın ardını Sözlük yazarlarının yorumuyla zenginleştirelim.

başkalarını sevebilmek, sağlıklı bir yaşam kurmak için gereken ilk şey. öz saygısı olmayan bir insan, hiçbir şeyin değerini bilemez, güzel olan kendinde de olsa, başkasında da olsa, ne onu sevebilir, ne koruyabilir, ne değerini bilebilir.

kendini mahvetmek isteyen insan ise kendine saygınlığını yitirerek, kendi aklını bulayarak her şeye başlar.

bireyin kendi özüne, benliğine duyduğu saygıdır. insanın kendini olduğu gibi kabul etmesidir.

bir anlamda kendi karakaterine, değer yargılarına, inançlarına uygun ve tutarlı hareket etmesi; yani kendi kendisiyle çelişmemesidir ki bu da kişinin kendisinden hoşnut olduğunu ve iç huzurunun bulunduğunu gösterir.

özsaygı başkalarının değerlendirmelerinden bağımsız olarak insanın kendine verdiği değerdir.

başkaları size saygı duymayabilir, saygı duymayışları belki kendi terbiyesizliklerindendir. ancak siz benliğinizle çelişir ve kendinize olan saygınızı yitirirseniz, işte o zaman değerinizi yitirirsiniz.



zedelenmesine izin vermemeniz gerekendir.

genellikle sanıyoruz ki etrafımızdaki insanlar, yeri geliyor arkadaşlarımız, yeri geliyor sevgilimiz el ele vermişler ve bir gün bakmışız ki özsaygı da her insanda bulunması gereken ego dediğimiz halt da parça pinçik olmuş. ağzımıza sıçmışlar.

peki gerçekte öyle mi oluyor? tabi ki hayır. bir miktar acımız geçip sularımız durulttuğumuzda, aynaya bakınca buna izin verenin aslında kendimizden başkası olmadığını görüyoruz. çünkü (özsaygı da ego da zedelenip, kaybetmeye yüz tutmadıkça kendimizde farkettiğimiz şeyler değiller)

biz, insanlar, insanlık buna izin veriyoruz. süregelen sevgi eksikliğinden, süregelen kendini inkardan, kendiyle iletişimsizlikten çoğu zaman başkaları nasibini alıyor ve bir gün bir bakıyoruz paspas oluvermişiz.

sevilmek için evet diyerek, saygı görmek için taviz vererek, acımasın diye katılaşarak kendimizin dışına bambaşka bir ben çizip inşa etmişiz. böyle olunca da içimizdeki gerçek özsaygısını yitire yitire, ben olmaktan çıka çıka gayb a dönüşmüş.

ne kadar bastırırsam, o kadar az yara alırım diye oluşturduğun zırh , parmaklık olmuş. farkında değilsin, farkında değiliz.



çoğu zaman özgüven ile karıştırılıyor, ben de yaptım. kendimce bir kıyaslamam var, yanlışsam lütfen uyarın...

özgüven , başarılı bir öğrenci olmak gibi. neye göre başarılı? elbette topluma göre. iyi bir liseyi kazanmak, ardından saygı duyulan bir üniversitede iyi bir bölüme yerleşmek... bunları yapabilmek hep özgüven gerektirir. sosyal bir özgüvenden bahsetmiyorum, motivasyon gibi yani, kişinin kendine güvenmesi anlamında. küçük bir çocuk olarak düşünelim; henüz ilkokulda tüm derslerinden 5 alıyorsa, orta okulda da alabileceğine inanır. bu konuda kendine güvenir.

özsaygı ise bambaşka şey. kişinin kendinde olup olmadığını anlaması kolay değil. mesela aldatan sevgiliye dönmemek tamamen ego belirtisi de olabilir? fakat şöyle bir düşüncem var, ne zaman ki insan toplumun gözünde başarısı her neyse onu kaybeder, özgüveni yıkılır; işte orada özsaygı anlaşılır. özsaygı diplerden çıkma yetisidir. küçük yıkımlardan bahsetmiyorum, onları geçin, onları biraz ego ile de toparlayabilirsiniz. ben gerçek yıkımlardan söz ediyorum; buradan da özsaygının insanın olmazsa olmaz bir parçası olduğuna değinmek istiyorum.

çok "özgüvenli" görünen bir insanın aşık olup terk edildiğindeki hâl ve hareketleri de özsaygı habercisi gibi sanki. illa terk edilmek demeyelim hatta yaralayıcı bir tartışma içine girerek de anlaşılabilir bu... özsaygısını yitirmiş bir insanın özgüveni sağlam temellere dayanmış olamaz. bence.



özsaygı genelde kendine değer verme ile karıştırılır. özsaygının ölçülmesi bu yüzden zordur. kendimizle ilgili hissettiklerimizin bir durumdan diğerine göre değişiklik göstermesi mesela bu zorluklardan biridir. kendimize kızmamız gibi veya biri bizden övgüyle söz ederse olumlu ya da olumsuz duygulara kapılırız. kişilik dediğimiz şey kendi içinde dinamik ve çevreselse bu iniş çıkışlar kendine değer verme olarak görülebilir. kendine duyulan saygı ise daha kararlı bir öz değerlendirmeyle ilişkilidir. mesela kötü bir gün geçirdiği zaman ya da kendisine karşı hayalkırıklığı yaşasa bile , kim olduğu ve ne yaptığı konusunda olumlu duygular beslerler. kısacası özsaygı kendilik kavramımızı nasıl değerlendirdiğimize bağlıdır.

sınavdan düşük bir not alıp ikinci sınava gönülsüz çalışmak hatta direkt dersi salmak hiç de yabancı olmadığımız durum. bu düşük özasaygının bir sonucudur çünkü kişi kendini olumsuz değerlendirir. ancak başarısızlık gibi geri bildirimlere tepki olarak kişinin olumlu özelliklerine odaklanması yüksek özsaygı olarak kabul edilir.



ölçekleri vardır. örneğin;

1 diğer insanlar tarafından sevilecek özelliklere sahip değilim
2 üretken değilim
3 kendimi anlamıyorum
4 çaresiz olduğumu düşünüyorum
5 kendime güvenmiyorum
6 anlamlı bir hayatım olmadığını düşünüyorum
7 bir işi başaramadığımda hemen hayal kırıklığına uğruyorum
8 insanlar benimle olmaktan hoşlanmazlar
9 olduğum gibi görünemiyorum
10 hiç bir zaman kendimi ortaya koyamam
11 duygularıma güvenmem
12 halimden memnun değilim
13 kendimi küçümsüyorum
14 ihtiyaçlarımı karşılayabilecek yeterlilikte değilim
15 nasıl göründüğümün farkında değilim
16 kendimde olmasını istediğim özelliklere sahip değilim
17 insanlar üzerinde etki bırakmıyorum
18 başarısız biri olduğumu düşünüyorum
19 kendime ilişkin değersizlik duyguları yaşadığım olur
20 benim onlara olduğu kadar, diğer insanların bana ihtiyacı yok
21 düşüncelerimin doğruluğuna güvenmem
22 bedensel olarak kendimi beğenmiyorum
23 başarmak istediğim her şeyde başarısız olup yılgınlığa düşüyorum
24 bedensel ihtiyaçlarımı karşılayacak yeterliliğim yok
25 grup içindeyken diğer kişiler benimle ilgilenmez
26 zihinsel ihtiyaçlarımı karşılayacak yeterlilikte değilim
27 kendimden memnun değilim
28 insanlık için önemli ve faydalı işler yapabileceğimi düşünmüyorum
29 çevremdeki önemli kişilerin gözünde değerli bir insan olmadığımı düşünüyorum
30 duygusal ihtiyaçlarımı karşılayacak yeterlilikte değilim
31 kendimi ümitsiz hissediyorum
32 kararlarım bana ait değil

kaçamadığımız karanlıklarda başvurulan mantığın kardeşi diyor sevgili tim parks , ne kadar da doğru!

kaybedilmesi halinde, onarılamaz bir hasar oluşur insanın varlığında. kaybetmemek için zaman zaman hayatın muhasebesi yapılmalı kişi tarafından bir es vererek her ne yaşanıyorsa yaşansın.

onca yıl yaşadıktan sonra insanın elinde kalacak yegâne şeydir...

Alıntıdır, https://www.bundlehaber.com/detay/f53a7797-35ef-4281-a424-f58d22b62dc7

8 Eylül 2017 Cuma

Dünyada İki Tip İnsan Var Sen Hangisisin?

İnsanlar arasında belli farklar olduğunu gözlemleyen çizer, bizi ufak farklılıklarımız ve tercihlerimize göre ikiye ayırmış. Ben genelde sağ taraftakiler gibi çıktım. Daha hızlı ve yaşamı kaçıracağı endişesiyle koşanlar gibi. Portekizli Joao Rocha'nın insanları 2 Kinds Of People olarak ayırdığı bu çizimlere göz atmanızı istedik. Siz hangisine uyuyorsunuz.

#1 Çikolata yeme alışkanlığı



#2 Çin restoranına gidip çatal isteyenler



#3 Dijital saat severler ve klasikten vazgeçmeyenler



#4 Kitap ayracı kullananlar ve sayfayı bükenler



#5 Büyük kulaklık kullananlar ve ufaklarla yetinenler



#6 Maillerini bildirimlerini sürekli kontrol edenler ve umursamayanlar



#7 Laptop severler ve pc’den vazgeçmeyenler



#8 Tost bölüşümüz bile bizi ayırt etmek için kullanılabilir



#9 Siz yoksa sürekli yeni pencere açanlardan mısınız?



Kaynak, http://www.thegeyik.com/dunyada-iki-tip-insan-var-joao-roacha/

6 Eylül 2017 Çarşamba

20 Yaşında Ama 20 Yıl Yaşamamış



O 20 yaşındaydı ama hiç 20 yıl yaşamış gibi değildi.. Sevgisinden emin olduğu bir anne babası vardı sadece, onun dışında ne kardeş ne akraba...

Hayat ona büyük nimetler sunmuştu belki; aç değildi, fakir değildi, engelli değildi, savaş mağduru değildi.. Ama mutlu da değildi..

İnsanların mutluluktan kastının ne olduğunu hiç anlayamamıştı.. Belki o da bilmiyordu mutluluğun ne olduğunu..

Hani bazen bir şeyin ne sonuç getireceğini bilmezsiniz, sadece olsun istersiniz ya.. Öyle bir ruh halindeydi o..

Hayatın yapaylığından bunalmıştı belki de.. İnsan denen varlığın potansiyelini bu kadar boşa harcamasından yakınıyor da olabilirdi ama değildi.. İnsan nasıl başkalarına üzülerek bu kadar karamsar bir ruh haline bürünebilirdi ki? Olay insanlar değildi, kendisi de değildi.. Aslında sorun ortada olayın olmayışıydı belkide..

Hayatın tokadını yememişti hiç.. Ne savaşta babası şehit düşmüştü ne de annesini hastalıktan kaybetmişti.. İçinde maddi olarak doldurulamayacak bir şey olduğunu biliyordu sadece.. İsterse tüm istediklerine sahip olsundu.. Bu istekler sadece onun içinde ki boşluğu daha da derinleştiriyordu..

Her insan evladı gibi O da izlediği Anadolu belgesellerinden birinde gördüğü yemyeşil köye taşınmak istiyordu elbette.. Belki bir iki koyun da olurdu? Ama bu da yeterli değildi..

Bu biraz da; ulaşacağın noktayı bilmene rağmen yolu karıştırırsın ya hani.. Ona benziyordu.. Etrafta yol soracak biri olsa kesinlikle çok daha iyi olacaktı ama yoktu etrafta aradığı o adam.. O da farkındaydı artık.. O, Onu arıyordu.. Onun içinde ki yarığı sadece O dindirebilirdi.. Zaten içinde ki yarığın sebebi de Oydu..

İnsan genellikle otobüste seyahat ederken ya da uyumak için yatağına uzandığında düşünür en doğru biçimde. Kendi iç sesini duyabildiği yerler kısıtlıdır çünkü..

Hiç iç ses dediğiniz şeyin size ait olmadığını düşündüğünüz oldu mu? Çizgi filmlerde tasvir edilen; omuzda beliren melek-şeytanın gerçek olduğunu, neyi temsil ettiğini düşündünüz mü hiç?

İnsan neden yaşar? daha doğrusu ne için yaşar?

İnsanın amacı var mıdır? varsa da bu amaç üniversite sınavını kazanabilmek için 5 hececileri FOHEY şeklinde kısaltmak kadar saçma bir amaç mıdır?

İnsanlar hasta... hasta olduğunu bilen ama tedaviyi reddeden türden hastalar.. insanların bir çoğu düşünmek fiilini hastalık olarak biliyor. Düşünmek onlar için sadece "acaba evde başka eksik var mıydı ki? diye marketin kapı eşiğinde pinekleme" haline indirgenmiş vaziyette..

İnsanlar düşünmüyor, düşünmek de istemiyor.. Görmek istemediği için görmüyor, duymak istemediği için duymuyor..

İnsanlar "babası aferin desin diye normalde hiç yapmayacağı bir şeyi babasının gözüne sokarak yapan çocuk" gibi.. İnsanlar yaşamak istemiyor.. Sadece "ayıp olmasın, yaşayalım bari" der gibiler..

Oturduğum sandalye, yazdığım klavye, gözlüğüm, terliğim, hemen sağ tarafımda ki kitaplıkta duran "Leyleklerin Gitme Zamanı" kitabı.. Hiç birini bana ait gibi hissetmiyorum..

Emanetçi olduğumuzun ve bize bunları emanet eden bir varlık olduğunu bilmek nasıl bir his biliyor musun? Biraz iyi, biraz kötü.. Her şeyini kaybedeceğini bilmek kötü ama seni ötede yeni bir hayatın beklediğini bilmek de umutlandırmıyor değil..

Keşke hayata "Turabi şampiyon oldu yehuuuu" şeklinde bakabilsem diyorum çoğu insan gibi.. Aslında ben de farklı değilim.. Ben de otobüste benden önce kart basanın kartında ki bakiyeye bakıyorum. Ben de dışarıda olduğumdan daha farklı, daha gizemli görünmek için çaba harcıyorum... İşte tek ekstram var; bu yaptığım saçmalıkları, insanların %99'u gibi kendimi kandırmak için kullanmıyorum..

Herkes bir şeyleri savunur.. İslamcısı, ateisti, kemalisti, milliyetçisi, ırkçısı...

Herkesin bir idolü vardır.. Sanki aynı sofrada oturup konuşmuş gibi herkes kendine yakın hisseder onu.. İnsan bu kadar yapmacık ve değişken bir varlıkken nasıl olur da sadece kitaplardan tanıdığı birine hayranlık besleyip onu tükürükler saçarak savunabilir.. İşte Onun için böyle; kendi nefsiyle hareket eden bir idol yok.. Onun için yalnızca O ve Onun anlayamadığı etkileri var..

İnsan çelişkilerle dolu bir varlık.. Ağacı keserek yaptığı kitabın arkasına "ağaç kesme" yazar.. Bencillik kavramını toplumsal statüsü gereği itin götüne sokar ama bunu yaparken bencillik güttüğünün farkında olmaz.. Sadece başka birilerini geçmek, rekabette önde olmak için yaptığı eylemleri hayat amacıymış gibi sunar diğer insanlara.. her 19 Mayısta insanları "yozlaşmakla" suçlar ama Atatürk imzalı tişörtüyle starbucksta frappuccino kuyruğuna girer..

Sanılanın aksine doğada ki en büyük kamuflaj ustası bukalemun vs. değil insandır.. Hiç olmadığı hallere, hiç sevmediği şeylere, hiç düşünmediği düşüncelere o kadar kolay adapte olur ki, şaşarsın...

İşte O aslında kendinden, benliğinden sıkılmıştı galiba.. O insanın doğaya rağmen değil, doğayla birlikte hayatta kaldığını biliyordu..

İşte bu yüzden O karşısına kim çıkarsa çıksın dinlemeyecekti.. İşte bu yüzden O iki üç takdir alacak diye saçma sapan hallere bürünmeyecekti..

O istediği mesleği seçecekti aç kalma pahasına.. Hayallediği kurumu kuracak, kurmayı planladığı üniversitenin temelinde tuğla taşıyacaktı.. Emekli olduğunda "başardım" diyecek ve Muğla'nın Köyceğiz ilçesinde uygun bir mekanda ölümü bekleyecekti.. Oğluna, kızına idol olacak; oğluna miras bıraktığı ahlakı, bilinci ve bir gümüş yüzüğü ile bu dünyadan göçüp gidecekti..

O hayallerini satmayacak.. Geçmişte de satmadı.. O benim, sensin, otobüste ki hoşlandığın kız, ptt kuyruğunda "sırtım ağrıyo olum, öne geçim mi?" diye sana soran amcanın oğlu...

Onlar tarih boyunca varlardı... Ve olmaya da devam edecekler.. Çünkü çok şükür dünyanın yönetimi insanın elinde değil..

Onlar gelip geçecek ve gelip geçtikçe iz bırakacaklar.. Kim bilir.. Belki beraber iz bırakırız ha?

Alıntıdır...

5 Eylül 2017 Salı

Bir Yalancıdan Gerçekleri Çarpıtma Rehberi



Ünlü aktör Will Arnett kuyruklu yalanları sıralamaya dair su götürmez 8 gerçeği anlatıyor.

Yeni dizisi Flaked'de başı sıkıştıkça yalana başvuran bir adamı canlandıran, Arrested Development dizisiyle gönlümüzü çelen Will Arnett, kendi düzenbazlık ilkelerini paylaşıyor.



1-) Yalancılar sürekli "Doğruyu söylüyorum" der..
"Kıdemli yalancılar cümleye hep 'Ciddi söylüyorum', 'Yemin ederim ki' gibi ifadelerle başlar. Çünkü hayatları, insanları sürekli yalanlarına inandırmaya çalışmakla geçiyordur. Bu tipler 'Yalandan nefret ederim' gibi şeyler de söyler."

2-) Çocuklara yalan söylemekte sakınca yoktur


"Çocuklara karşı açık sözlü olmak için taş kalpli olmak gerekir. Hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmek için duygusal olarak hazır olmadıklarından emin olabilirsiniz."

3-) Bilmiş çocuklar hakkında yalan konuşmak da serbest
"Yedi yaşındaki oğlumun dişi çıktığında, okuldaki arkadaşı ona diş perisi diye bir şey olmadığını, yastığın altına para koyanların anne babalar olduğunu yumurtlamış. Ben de en mantıklı şeyi yaptım. O çocuğun hayal gören bir psikopat olduğunu söyledim."

4-) Ailenizle siyaset tartışırken yalan söyleyin
"Cumhuriyetçi bir akrabanızın size Donald Trump'ı övmesini engelleyecekse, o esnada kalp krizi geçirdiğiniz için hastahaneye gitmeniz gerektiği yalanını bile söyleyebilirsiniz."

5-) Hayvanlar bile yalan söylüyor


"Belgesellerde dişi kuşu çiftleşmeye ikna etmek için tüylerini kabartan erkek kuşları gördünüz mü hiç? Bu kesinlikle bir tür yalan söylemektir. Sonuçta işi bitirdikten sonra normale dönüyorlar."

6-) Gerekirse polise de yalan söyleyin
"Gerçekten bir haltlar karıştırmışsanız ve bunu kabul ettiğinizde hapsi boylayacaksanız, evet, bence sonuna kadar inkar edebilirsiniz. Bir sürü tanık olsa, hatta sizi suç işlerken kaydeden kameralar olsa bile bunu yapın."

7-) Yalancılar eninde sonunda yakalanır.
"Kız arkadaşım bu röportajımı okuduğunda söze her ‘Yemin ederim’ diye başladığımda şüpheyle bana bakacak veya oğullarımdan biri okuduğunda, diş perisinin gerçek olmadığını öğrenecek. Hele ki çeneniz düşükse, yalanlarınız eninde sonunda ayağınıza dolaşır."

8-) Yalan söylemeyi meslek edinmiş bir adamdan yalan söyleme taktikleri alıyorsanız, işiniz bitik demektir.
"Olmadığım kişiliklere bürünüp yalan söyleyerek para kazanıyorum. Benim mazaretim bu. Sizin mazaretiniz ne?"

3 Eylül 2017 Pazar

Ekonomi Bakanı Seviyesinde Ekonomi Öğrenme Rehberi



Sözlük yazarı 'emre islekk' gerçek manada bir amme hizmetine imza atarak çok basit bir şekilde ekonomiyi anlatmış.

tv'nin ekonomi programlarını daha kolay idrak etmek, faizler-vergiler-yatırımlar ve işsizlik arasındaki ilişkileri daha kolay çözüp makro iktisadi gibi konularda fikir yürütmek isteyenlere ve final döneminde olan yeni iibf öğrencilerine bir kıyak. özel bir çalışmamla, harika bir modelle çok basite indirgenmiş bir şekilde bir ekonomi bakanı seviyesinde ekonomi öğreneceksiniz... mehmet şimşek de bundan fazlasını bilmiyor.

dünyanın en büyük makro ekonomik konusu işsizlik ve enflasyondur. işsizliğin olduğu bir ekonomi tam kapasite ile çalışmaz ve tüketim normalin altında kalır. bu da yatırımlar da dahil olmak üzere her şeyi etkiler. bu yüzden devletler; dengeyi sağlamak ve ekonomiyi kontrol altında tutmak için hükümet harcamaları, vergiler, faiz oranları, para arzı gibi araçların seviyeleriyle oynar. bu araçların herhangi birinin seviyesinde merkez bankasının ya da hükümetin aldığı ufak bir değişme ekonomik durumla ilgili her şeyi a'dan z'ye değiştirir. bu kararların sonucunda yatırımcılar davranışlarını belirler, krizler oluşur, krizlerden çıkılır ya da devletler büyür.

işte bu kararların etkilerini yani para ve maliye politikalarını anlamak, karışık korelasyonları çözmek için öğretilen, pratiklikten uzak ve zor is-lm modelleri ve başka grafiklere göre çok basit bir modelim var.

bu modele havuz modeli diyelim. bir havuz düşünün ki iki uzak köşesinde birer tane doldurma ve boşaltma muslukları var ve havuzun içi bir miktar dolu. işte bu havuz ülkedir ve havuzun içindeki su, ülkedeki ekonomik faaliyetlerdir. yani bu havuzdaki su azalırsa istihdam azalır, işsizlik artar. bu su aşırı artarsa ve havuzdan taşarsa o zamanda işsizlik bitmiştir belki ama enflasyon sınırsızca artmaya başlar. hükümet ve merkez bankası da bu havuzun farklı köşelerinde musluk başlarındaki yapılar. hükümet bir taraftaki doldurma ve boşaltma musluğunun başındadır, kendi politikasına göre havuzu doldurmaya ya da boşaltmaya çalışır (buna maliye politikası denir). merkez bankası da diğer taraftaki doldurma ve boşaltma musluklarının başındadır(buna da para politikası denir).

şimdi bu havuzu ne doldurur ne boşaltır? bu musluklardan ne akıyor ne boşalıyor.

sizin için paintterk halimle hazırladığım bu model her şey için yetiyor.



gördüğünüz gibi havuzun üstündeki araçlar doldurma musluklarımız, altındakiler de boşaltma musluklarımız. tam havuzun ağzındaki kesik çizgilerde tam istihdam çizgisidir. yani havuzdaki su oraya kadar gelirse tam istihdam olmuş olur, işsiz insan kalmamış demektir. ancak bundan bir tık sonrası havuzun taşması demektir. havuz taşarsa da hiperenflasyon oluşur. ne kadar çok taşarsa o kadar çok enflasyon.

yani havuza verilen su ile havuzdan çıkarılan su da öyle mükemmel bir ayarda olmalı ki o su azalmamalı ama taşmamalı! azalırsa işsizlik, artarsa enflasyon oluşur. ancak aynı da kalmamalı, o zaman da bunalım olabilir.

solda hükümetin maliye politikası için kullandığı muslukları görüyorsunuz. hükümet harcamaları doldurma musluğu, vergiler ise boşaltma musluğu oluyor. yani hükümet harcamaları aşırı artarsa bu hükümetin yatırım yaptığı, ülke ekonomisinde bol para harcadığı anlamına gelir ki böyle bir durumda ekonomik faaliyetler artıyor demektir ve ülkede istihdam oluşur ve işsizlik azalır. yani havuzu doldurur, bu yüzden doldurma musluğu diyoruz.

eğer ki vergileri arttırırsa yani boşaltma musluğunu açarsa bu şekilde de herkes kazancının büyük bir bölümünü vergilere vereceğinden kimse yatırım yapmaya bütçe ayıramaz, ayırabilecek olsa bile yine yatırımının kazancı vergilere gideceği için yatırım yapmaz. bunu engellemek için devletin vergileri azaltması yada vergi olarak aldığı parayı hükümet harcamaları formunda ekonomiye geri kazandırması lazımdır. yoksa ülkedeki ekonomik faaliyetler azalır yani sonucunda işsizlik artar. havuz suyu azalır.

tabi şöyle bir durum da var hükümet aşırı derecede harcama ve yatırım yapar, vergileri de çok kısmıştır... o zamanda havuzda aşırı su olur ve havuz taşmaya başlar yani enflasyon olur. çünkü piyasa da yüksek harcamalarla artan para, vergilerle de eksilmiyorsa o kadar çok para bolluğunun sonucunda enflasyon oluşur. paranın değeri azalır. şöyle düşünün, herkeste araba alma bütçesi olarak 1 milyon tl olsa, ferrari'yi 1 milyon tl'ye satarlar mı? hayır tabii ki fiyatını arttırırlar. sonucunda ne oldu? enflasyon.

şimdi gelelim öbür tarafa. sağ tarafta merkez bankasının musluklarını görüyoruz. havuzu dolduranlar, para arzının arttırılması ve faizlerin düşürülmesi. boşaltanlar ise tasarruf yapılması.

faizler düşürülürse sermaye sahibi olan kişilerin nakit sermayesini bankada faizde tutması mantıksız olacaktır. düşük faiz ile para kazanamayacaktır. bu yüzden faize alternatif olarak para kazanmak için ellerindeki sermaye ile yatırım yapacaklardır. böylece ülkedeki yatırımlar artacaktır. yani düşük faiz, ülkeye yapılan yatırımları arttırır o da işsizliği azaltır. faizin düşürülmesi bu şekilde havuzu doldurur.

para arzı arttırılırsa da havuz dolar çünkü merkez bankası piyasaya yeni para sürerse dolanımda olan para artacağı için nominal gelir artacaktır. artan gelirden ötürü harcamalar ve yatırımlar da artacaktır. sonuç yine aynı kapıya çıkıyor artan istihdam. ancak belli bir dengenin üstünde para arzı da aşırı enflasyonu tetikleyecektir.

buradaki boşaltma musluğu olarak yazdığım tasarruflar da para arzının azalması ve faizlerin yükselmesi demek. yani doldurma musluğunun tam zıttı. tasarruflar da vergiler gibi ekonomi dışına çıkan para olduğundan dolayı işsizliğe sebep olur. takdir edersiniz ki faizler yükselirse herkes parasını faize koyar yani tasarruf yapar. mesela ev almak yerine evin parasını vadeli mevduata koyarsanız faizden kısa vadede kazanacağınız para evin priminden büyük olacaktır. para arzı kısılırsa da paranın değeri artar ve kimse harcama yapmaz talepler düşer. yatırımların azalması, harcama yapılmaması ve üretilen metalara taleplerin düşmesi sonucu (üreticiler bu yüzden işçi çıkarır) işsizlik artar.

bu kadar!

gördüğünüz gibi anlaşılması bu kadar basit. umarım hepinizin ampülleri yanıyordur şu an. ancak uygulaması bu kadar kolay değil. ekonomi öyle bir şeydir ki kelebek etkisi gibi yaptığınız en ufak bir müdahalenin bile çok şaşırtıcı ve farklı sonuçları olabilir. bir yerden düzeltmek isterken 10 yerden bozulabilir. regl dönemindeki sevgiliniz gibi, bi müdahaleyle dengesini bir yerden düzeltirken öbür taraftan bozabiliyorsunuz. sevgililerin yıllar önceki olayı yüzünüze vurması gibi, bugün yaptıklarınız yıllar sonra ansızın başınıza bela oluyor.

bu basit mantığı uygulamadaki en büyük sorun da para ve maliye politikalarının ayrı ayrı uygulandığından dolayı aralarında mükemmel bir ilişki olması gerektiği... ikisinden birinde en ufak bir karar hatası tüm ekonomiyi mahvedebilir, uzun vadede çok şaşırtıcı ve kötü sonuçlar doğurabilir. yıllardır ülkemizde işsizlik ve enflasyonun aynı zamanda olmasının bir sebebi de budur para ve maliye politikalarının uyumsuz kötü yönetimi.

mesela ekonomik faaliyetleri yani havuzdaki suyu sabit tutmayı amaçlayan bir devlet hükümet harcamaları ile yatırımların toplamını vergi ve tasarrufların toplamına eşit tutması gerekmektedir. tam istihdam seviyesine ulaşmamış bir hükümet ekonomik faaliyetleri bu şekilde sabit tutup ekonomiyi dengeye getirirse resesyon yada depresyon tehlikesi söz konusu olur.

ya da büyümeye gitmek isteyen hükümetler merkez bankasıyla birlikte anlaşarak muslukları karşılıklı olarak bolca açıp ekonomik faaliyetleri arttırmayı böylece ülkede enflasyonu göze alarak büyümeyi amaçlayabilirler. hedefledikleri planlamaya ulaştıktan vergileri bolca arttırıp enflasyonu geri istedikleri düzeye getirebilirler. çok kolay değil mi? ama hiç belli olmaz çok sürpriz sonuçları da olabilir.

ya da merkez bankasının yaptığı gibi, döviz'in aşırı yükselmesini istemeyen bir devlet, faizleri çok aşırı bir şekilde arttırır. bu şekilde yabancılar mevduatlarını diğer ülkelerden ya da vatandaş gömülediği efektiflerini yastık altından çıkararak ülke ekonomisine sokarlar ve bu şekilde artan döviz rezerviyle döviz düşer. ancak o kadar yüksek faizden ötürü de yatırımın cazibesi azalır. yatırım yapıp riske gireceğine faizle de daha risksiz bir şekilde para kazanmak girişimcilere mantıklı gelir. böylece yatırımlar azalır. ayrıca insanlar tasarrufa başlar, bu yüksek faizden istifade etmek için para harcamak, ev araba çokomel almak yerine paralarını faizlere koyarlar. sonucunda taleplerde azalır ve böylece satılamayan ürünlerden ötürü üretimi azaltmak ve işçi çıkarmak gerekir. sonucunda çift taraflı işsizlik... vergilerden bahsetmiyorum bile...

bu şekilde günümüzdeki işsizlik durumunu daha iyi anlayabilirsiniz...

artık hepimiz uzman ekonomistiz. rakı masasında ülkeyi kurtarırken sohbetler daha rasyonel olacak...

Alıntıdır, https://www.bundlehaber.com/detay/969c65d8-5a84-4bfa-9dba-23ad44a7ff9d